17 C
Toronto
Monday, May 20, 2024
Ana Sayfa Blog Sayfa 2

İlişkiler daha da gerilecek!

0

Tarihi seyri inişli çıkışlı olan Kanada ile Türkiye arasındaki ilişkiler, silah ambargosunun yanı sıra Türkiye’nin Kanada’da içindeki yasa dışı faaliyetleri nedeniyle zor bir sürece giriyor.

CANADATÜRK

Kanada ile Osmanlı Devleti arasındaki ilk diplomatik ilişkiler 1871 yılında Türkiye Sultanı’nın Savaş Bakanı Hüseyin Paşa’nın Kanada’yı ziyaret etmesiyle başladı. 

Kanada, İngiltere’nin yanında, Osmanlı ise karşı cephedeki Almanya’nın yanında 1. Dünya Savaşı’na katılınca iki ülke birbirlerine savaş ilan etmiş, hatta Kanada askerleri Çanakkale’de savaşmışlardı. O dönem Kanada’da özellikle Brantford şehrinde yaşayan az sayıdaki Türk ise düşman ilan edilerek Kapuskasing Toplama Kamplarına götürülmüştü.

Türkiye kurulduktan sonra iki ülke ilişkileri canlanmaya başladı ve 1944’te Türkiye Ottawa’da, Kanada ise 1947’de Ankara’da Büyükelçilik açtı. Kanada ile Türkiye arasında ilk karşılıklı antlaşma ise 1948 yılında imzalanan gümrük vergilerini düzenleyen ticaret anlaşmasıdır. 

1949’da NATO’nun kuruldu ve Kanada’nın kurucu olduğu bu oluşuma Türkiye 1952 yılında dahil oldu. NATO, iki ülkeyi özellikle askeri alanda birbirine yakınlaştırdı. 

1956 yılında ise iki ülke arasında vize kolaylığı antlaşması imzalanmış; Kanada, Türkiye vatandaşlarına çok girişli harçsız 12 aylık turist vizesi kolaylığı sağlamış, Türkiye ise tek taraflı olarak Kanada vatandaşlarına vizeyi kaldırmıştı. 

1970’ler gelindiğinde ise hem doğrudan hem de uluslararası kuruluşlar üzerinden Türkiye’ye yardım eden bir Kanada var. Bu yıllarda Kanada, milletlerarası kalkınma yardımı çerçevesinde Türkiye’ye hibe buğday yardımında bulundu. Ayrıca telefon ve haberleşme altyapısının geliştirilmesi ve bazı diğer projeler için de milyonlarca dolar kredi sağladı.  

Kıbrıs Barış Harekatı sonrası ABD ve NATO üyelerinin Türkiye’ye silah ambargosu uygulamasına Kanada’da katıldı. 

1980’li yıllarda ise Kanada’daki Türkiye temsilciliklerine ve diplomatlarına karşı girişilen saldırıları önlemede Kanada’nın başarısız olması, aynı zamanda faillerin ya yakalanamaması ya da yakalananlara hafif cezalar verilmesi iki ülke ilişkilerini gerdi. 

1986 ve 1987 yıllarında Türk vatandaşlarının akını nedeniyle Kanada 1987 yılında Türkiye vatandaşlarına vize koydu. Türkiye ise 1999 yılında Dışişleri Bakanı İsmail Cem ve beraberindeki heyetin Montreal Havaalanında üstlerinin aranmasıyla yaşanan kriz sonrası Kanada vatandaşlarına vize uygulamaya başladı. 

2000’li yıllarda girildiğinde ise iki ülkenin arası Ermeni soykırım yasa tasarılarının kabulüyle yeniden bozuldu. Özellikle 2004 yılında Kanada Parlamentosu’nun Ermeni Soykırımı’nı tanıması sonrası yaşanan gerginlik Kanada ile Türkiye arasında tamiri zor hasarlara yol açtı. 

Son olarak da Suriye ve Dağlık Karabağ üzerinden yürütülen tartışmalar ve sonrası silah satış izinlerine getirilen ambargo iki ülke ilişkilerinin oldukça kırılgan bir zeminde olduğunu yeniden gösterdi.

Kanada ile Türkiye arasında Erdoğan’ın 2010 yılında Toronto’da, Trudeau’nun ise 2015 yılında Antalya’da gerçekleştirilen G-20 Liderler Zirvesi kapsamında yaptıkları görüşmeler dışında üst düzey resmi bir ziyaret henüz gerçekleşmedi. En üst düzey resmi görüşme Dışişleri Bakanları seviyesinde kaldı. 

Son aylarda iki ülke arasında silah ambargosu üzerinden okunan gerginliğin kamuoyuna yansımayan başka bir boyutu daha var: Türkiye’nin Kanada içinde yürüttüğü Kanada’nın ulusal güvenliğini tehdit ettiği belirtilen gayri resmi faaliyetler. 

Bu durumu oldukça ciddiye alan Kanada’nın Türkiye’ye karşı daha da sertleşeceği belirtiliyor.

Nereden nereye

0

2020 yılına 4.4 TL seviyesinde giriş yapan Kanada doları, TL’nin aşırı değer kaybetmesiyle henüz yılı tamamlamadan yüzde 50 civarında değerlenmiş oldu.

2005 yılında neredeyse 1 Kanada doları 1 Türk Lirası’na eşitken şimdi 1 Kanada doları 6.5 TL ediyor. 6 Kasım itibariyle Kanada dolarının Türk lirası karşısındaki değer artışı yüzde 50’lere yaklaştı. 1 Kanada doları 2020 yılına 4.4 TL seviyesinden giriş yapmıştı. 

2005 yılında günümüze TL’nin Kanada doları karşısındaki değer kaybı yüzde 500’lere yaklaştı. 

0
0

    Eski Büyükelçilerden birisi Montreal’de okuyan kızını her hafta sonu görmeye giderdi. Özel bir durum olmasına rağmen devletin imkânlarını kullanabilmek için bu gidip gelmeleri iş seyahati olarak kayda geçirirdi. 

Böylece makam aracını kullanır ve diğer harcamaları da Büyükelçiliğin hesabına yazardı. 

Bunun için de formül hazırdı: Montreal’de iyi ilişkide olunan vakıf veya dernek yöneticileri ya da iş adamları önceden aranır, gidince bir yemek yenirdi. 

Sonra da kayıtlara şöyle kaydedilirdi: “Montreal’de bulunan Türk sivil toplum temsilcileriyle şu ve şu konularda görüşme yapılıp fikir alışverişinde bulunulmuştur.” 

Montreal’i su yolu yapan bu diplomat gibi canı gezmek isteyen diğer diplomatlar da sık sık aynı yöntemin değişik versiyonlarına başvurur. 

Mesela, Büyükelçinin canı bir başka şehire mi gitmek istedi; hemen oradaki bir dernek aranır ve toplum üyelerinin toplanması sağlanır. Böylece hem yol parası çıkar hem de harcırah adı altında para bile kazanılır. 

Maalesef, imkânını bulan diplomatlar devletin imkânlarını ve bütçesini kendi şahsi ihtiyaçları için kullanmaktan hiç geri durmaz. 

Yukarıda verdiğimiz örneğin dışında yapılanlar da var. 

Örneğin devletin makam aracı ve kadrolu makam şoförlerinin, çocukların okula götürülüp getirilmesi ve eşlerin günlük kullanımı için tahsis edildiğini görürüz. 

Büyükelçilik ya da Konsolosluk Konutları’nda düzenlenen davet ve toplantıları dahi fırsata çevirenler var. Diyelim ki yiyecek ve içecek sunumunun yapılacağı bir davet için alışveriş yapılması gerekiyor. Bu alışverişe nedense iki ayrı listeyle gidiliyor. Birisi davet için, diğeri günlük mutfak ihtiyaçları için. 

Sonuçta, hem davetin hem de Büyükelçi ya da Konsolos’un özel tüketimi için alınan gıda ve içecekler de devlete fatura ediliyor. 

10-15 bin dolar arasında maaş alan ve maaşlarını harcayacak yer bulamayan diplomatların bu yaptıklarına bakınca daha üst makamlarda olanların neler yapabileceklerini tahmin etmek pek zor değil. 

Bu arada, bu yazdıklarımızla bire bir kimseyi suçlamıyor, sadece genel bir anlayıştan ve de bizim şahit olduklarımızdan bahsediyoruz. Dürüst diplomatları tenzih ediyoruz. 

ABD başardı, darısı diğer milletlerin başına

ABD, dört yıllık bir kabustan Joe Biden’ın başkan seçilmesiyle uyanmışa benziyor. Trump henüz yenilgiyi kabul etmedi ancak dünya bir despottan kurtuldu diyebiliriz. Darısı, diğer milletlerin başına. Ancak, sorunlu bir kişinin dört yıl önce başkan seçilmesi ve ikinci dönem için yine halkın yarısının oyunu alabilmiş olması, kaygı verici bir durum. Adaletsizlik, ayrımcılık ve gelir eşitsizliği olduğu sürece popülizm hep prim yapacak, popülist politikacılar da bundan ekmek yemeye çalışacaklar. 

Hüzünlü gurbet! 

Kanada’dayız ya, dünyanın bir ucu… Memlekettekiler, ne haber alınır ne de canın istese hemen gidilir bu gurbet diyarda, yapayalnız yaşayan garipler olarak baktı bizlere… 

Biz de kimi zaman gerçekten kendimizi çaresiz hissettiğimiz anların verdiği duygusallıktan ya da memlekettekilerin bize acımasından olacak ki kendimizi bir hüzne kaptırmıştık. 

Markette kuru incir veya kayısı görsek gözlerimiz dolar; sokakta Türkçe konuşana rastladığımızda boynuna sarılıp öpmek isterdik. 

Zaman geçip de teknoloji hayatımızla içli dışlı olunca hem gurbettekilerin hem de memlekettekilerin eski özlemleri, duygusallıkları hafiflemeye başladı. 

Bir tuşa basınca canlı kanlı yapılan görüşmeler, akşam binince sabah varmalar hasretlikleri bir nebze alıp götürdü. 

Aileler, akraba ve dostlar eskisi kadar özlemiyorlar birbirlerini. 

Üstüne üstlük cennet vatan cinnet vatana dönüşmüş durumda. 

Memleket deli suyundan içenlerin artık, içmeyenlerin ise her türlü zulmü gördüğü bir yangın yeri. 

Bu kötü gidişe şahit olan gurbettekiler kalanlar için üzülmeye başladı bile. 

Memlekettekiler iyi ki gitmişsin, gurbettekiler de iyi ki terk edip gelmişim modunda. 

Hüzünlü gurbet gitti; hüzünlü memleket geldi… 

Favori olsun uzun olsun

   Pandemi dolayısıyla ya tembellikten ya da farklı olsun diye erkekler arasında bir sakal bırakma modası aldı başını gidiyor. Eskiden bir kirli sakal modası vardı zaten. İkisi birleşince tıraşlı erkek görmek zorlaştı. Ben de bir süre sakalı kesmeyenler arasına karışmıştım. Sakalımızın beyazladığını da böylece öğrenmiş olduk. 

Sakaldan sıkılınca yine kestik. Eskiden gelen bir alışkanlıkla favorileri kulak altı hizanına kadar bırakırım. 

Sakalları kestikten sonraki ilk görüntülü görüşmemizde babam favorileri uzun bırakmak iyi değil dedi. Neden diye sorunca, ‘eskiler öyle derlerdi, ismi üzerinde faul’, dedi. 

Favoriye halk arasında faul deniyor. Favori de Fransızca favoris kelimesinden dilimize girmiş. İngilizcesi ise sideburn.

Dindarların bazıları, erkekler kadına, kadınlar da erkeklere benzemeye çalışmasın türündeki hadislerden yola çıkarak favori uzatmaya caiz değil diyorlar. 

Özellikle asker kökenli sekülerlerin bazıları ise, Hristiyanlıkta şövalyeler Türk öldürdüklerinde favorilerini uzatırlardı, favorilerinin uzunluğu ile gurur duyarlardı, şeklinde bir inanışa sahipler.

İnananların inancına saygımız var ancak aynı görüşte olmamız gerekmiyor. 

Ben bana yakıştığına inandığım bir şeyi yapıyorum. Eşim de ilk tanıştığımızda beni öyle gördüğü için, ‘seni öyle gördüm beğendim, aynı şekilde uzun olsunlar’ diyor zaten. Gerisi boş… 

0

Bir gün Temel’in babası ölmüş. Defin işleminden sonra cenazeyi yıkayan imama 20 TL bahşiş vermiş.
Hoca parayı az bulup itiraz edince sinirlenen Temel: -‘Bağa bak Hoca.. Hau aşağudaki benzunlukte 5 liraya tır yıkayler, adamun canunu sıkma’, der.

Bu fıkrayı ilk okuduğumda aklıma dayımın köyündeki imam geldi. Atandıktan kısa bir süre sonra köyün ileri gelenlerinden birisi ölmüş, ancak imam ben ölü yıkamam demişti. 

Köylüler bu işe çok şaşırmış, “Sen imamsın, görevin bu. Ne demek ölü yıkamam”, diyerek üzerine yürümüşlerdi. 

Kısa bir süre sonra dayımla dertleşen imam, “Bugüne kadar bir tek babamın ölüsünü yıkadım. O andan itibaren birinci derece yakınlarım hariç ölü yıkamamaya yemin ettim. Herkes kendi ölüsünü yıkasın”, demişti. 

İmam kendisi ölü yıkamaz, ama ölü yıkayanları el üstünde tutardı. Girişteki fıkradaki gibi ölü yıkamayı araba yıkamayla eş tutanlara karşı da oldukça sertti. Cenaze yıkayanlara verilecek parayı çok bulan cenaze sahiplerine çıkışır, “ya siz kendiniz yıkayın, ya da yıkayanların istediği ücretin iki mislini verin”, derdi. 

Sonra da eklerdi: ‘Cenaze yıkamak kolay değil. Yıkayan kişiler en az birkaç gün ölünün tesirinde kalıyor, doğru dürüst yemek bile yiyemiyor. Bir de herkes yatağında ölmüyor ki. Kaza geçireni, vücudu parçalananı, yananı, çürüyeni var.  Dünyanın en zor işlerinden birisi. O yüzden ne kadar çok verilse yine az kalır.’

Köyde cenaze evlerinde dışarıda yakılan ateşler üzerinde büyük kazanlarla su ısıtılır, genelde tahta sedir ya da camiden getirtilen metal teneşir üzerinde ölüler yıkanırdı. 

Kanada’da ölüler nasıl yıkanıp kefenleniyor bilmiyorum ama Toronto’da cenaze hizmetleri veren bazı camilerde gasilhane olduğunu duydum. 

Bir cami derneğinde uzun yıllar görev yapmış ve cenaze hizmetleri ile yakından ilginenen bir kişi, “Cenaze yıkamak için daha önceleri Türk toplumu içinde bu işi yapanları davet ederdik. Fazla da yapan yok zaten. İşimiz daha kolay olsun diye başka bir topluluğa ait bir cami için profesyonel hizmet veren bir grupla anlaştık, cenaze olunca onlara haber veriyoruz, gelip yıkıyorlar. Ancak isteyen cenaze sahibi kendisi ya da tanıdığı kişilere de cenazesini yıkatabilir”, diyor.

Toplum içinde cenaze yıkayanlardan birisi olan H.S., gençliğinde cenazelerden çok korktuğunu ve hatta cenaze olan bir evin kenarından bile geçemediğini söylüyor ve ekliyor: ‘Kanada’ya geldikten sonra dini hassasiyetim arttı. Cenazeyi kendi akrabası yıkayacak şeklinde okuduğum bir hadisten sonra, bir yakınım ölürse niye başkasından yardım isteyeyim, kendim yıkarım, diyerek bu işi kafama koydum. Sonra isteğimi o zamanlar bir camide görev yapan din görevlisinin eşine ilettim.  Bir gün cenaze olduğunda beni yardım için çağırdı ve böylece başladım. 

Çevresinden  “’Öldüğümde beni sen yıka’ şeklinde istekte bulunanlar olduğu gibi ‘nasıl cesaret ediyorsun’, ‘nasıl yapıyorsun’ gibi sorular da geldiğini belirten H.S., herkesin psikolojisinin cenaze yıkamayı kaldıramayacağını belirtiyor ve şöyle devam ediyor: ‘Ben şahsen kendimi o ölünün yerine koyuyorum. O zaman dünyalık her şey aklımdan gidiyor. Bunun etkisi birkaç gün sürüyor. Cenaze sürekli gözünün önüne geliyor. Ölümü çok hatırlıyorsun. Aslında dünyalık işlere fazla dalmamak, Allah’a yakınlığının artması ve nefsin terbiyesi için çok iyi bir şey. Olsun birkaç gün düzgün yiyip içmeyelim, uyumayalım.’  

Bugüne kadar ona yakın cenaze yıkadığını ifade eden H.S., “Bunu bir iş olarak, maddi karşılık bekleyerek yapmıyorum. Amacım sadece bir ihtiyacı gidermek, yardım etmek, dua almak ve Allah’ın rızasını kazanmak. Bu yüzden sürekli yapmıyorum, ihtiyaç duyarsanız çağırın diyorum. Toplumumuz içinde cenaze yıkayan birkaç kadın daha var. İhtiyaç duyulan bir şey olduğu için istiyorum bu sayı çoğalsın” diyerek özellikle gençlerin bu işe el atmasını istiyor.

Bu kız bu garip konuyu nerden buldu da yazdı diyenlere cevabım: Hepimiz bir gün öleceğiz. Eğer cenazemizin bulunamayacağı sıra dışı bir ölüm kaderimizde yoksa veya yakılmayı vasiyet etmemişsek inancımız gereği yıkanıp kefenlenerek toprağa verileceğiz. 

Ölüm hak ve İslam’a göre ölüyü yıkamak, kefenlemek, cenaze namazı kılmak ve gömmek farz-ı kifayedir. Yani bazı mükelleflerin yapmasıyla diğerlerinin yapması gerekmeyen farzdır.

Bugüne kadar bu görevi bizler adına hep birileri yaptı, biz de mesuliyetten kurtulduk gibi bir durum var ortada.

0

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası

    Eski albümleri karıştırırken birkaç eski Türkiye parası karşıma çıktı. Kâğıt banknotlar bol sıfırlı eski Türk liraları olunca bir anda çok gerilere gittim. Bugüne kadar hiç ilgimi çekmeyen bir şey tam da bu esnada gözüme ilişti. Paraların üzerinde “Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası” yazıyordu. Yazılım hatası mı var, diye düşünürken en son Türkiye gezisinden kalan yeni banknotlarda da aynı şekilde yazdığını gördüm. Demek ki hatayla öyle yazılmamıştı.

Nedense bugüne kadar bankanın ismini Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası olarak algılamıştık. Ama “Cumhuriyeti” değil “Cumhuriyet” olarak geçiyor. Nedeni ise şöyle açıklanıyor: “Banka’nın Kuruluş Kanunu Tasarısı’nda adı ‘Merkez Bankası’ olarak öngörülmüşken, Türkiye Büyük Millet Meclisi Komisyonu’nda uluslararası ilişkiler de düşünülerek ‘Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’ olarak değiştirilmesine karar verilmiş; Banka’nın bağımsızlığını vurgulama amacı güdülerek ‘Türkiye Cumhuriyeti’ ibaresine ve kısaltılmış şekli olan ‘T.C.’ye özellikle yer verilmemiştir. Kanun koyucu tarafından Banka’nın devlete ait bir kuruluş; bir kamu kuruluşu olduğu izlenimi vereceği endişesiyle bundan özenle kaçınılmıştır.”

İyi de kâğıt paralarda durum bu iken madeni paralarda “Türkiye Cumhuriyeti” ibaresi var.

Onun da gerekçesi şöyle: “Madeni paraları Darphane basar. Darphane de TCMB’ye değil, Hazine’ye bağlıdır. Merkez Bankası, banknotların basımını ve piyasaya sürülmesini, madeni paraların ise sadece dağıtımını yapar.”

10 TL’lik dinî hassasiyet

Türkiye’nin bir ilçesinde bulunan bir özel hastanede birisi kadın, diğeri erkek olmak üzere iki doktor görev yapmaktadır. Hastaneye gelen kadın hastaların yüzde 90’ı özellikle dinî hassasiyetlerden dolayı kadın doktoru tercih eder. 

Hastane yönetimi kadın doktorun üzerine fazla yük bindiğinden çözüm arayışına girer. Çare olarak da hastaların ödediği
katkı payında ufak bir oynama yaparlar. 

Yeni düzenleme ile erkek doktorun baktığı hastalardan 50 TL, kadın doktorun baktığı hastalardan 10 TL fazla yani 60 TL alınmaya başlanır. Kısa bir süre sonra bu sefer oranlar tamamen değişir ve erkek doktorun baktığı hasta oranı yüzde 90’a çıkar. 

Kısacası aradaki 10 TL fark için dinî hassasiyet hemen ortadan kalkar. 

Halk, üç beş kuruş için dinî hassasiyeti bile rafa kaldırdığına göre başka nelerden fedakârlık (!) ettiğini tahmin etmek zor olmasa gerek.

İnsan olma!

Yıllar önce aynı yerde çalışan iki diplomattan bir tanesi bizi arayarak
diğer diplomat hakkında olumsuz şeyler söylemişti. Ona göre mesai arkadaşının dünya görüşü bizim dünya görüşümüz ile pek uyumlu değildi ve dikkat edilmesi gerekiyordu. Bizim için dünya görüşünden ziyade bir kişinin insan olması ve insani vasıfları taşıması önemli. Mesai arkadaşını bize gammazlayan kişiye karşı ise mesafeli davranmaya karar verdik. Beraber çalıştığı kişiye bunu yapan bize neler yapmazdı ki! 

Günlük hayatımızda böyle olaylarla sıkça karşılaşıyoruz. 

Öte yandan, asla unutulmamalı ki; başkasına çirkinsin demek söyleyeni güzel yapmaz, aynı şekilde başkasına kötüsün demek söyleyeni iyi yapmaz. 

İnsan kendisi için en üstün methiyeleri düzebilir; bunda bir sakınca yok. Ancak kendisi için methiyeler düzerken başkaları için küçültücü, hakaret içeren ifadeler kullanması, eylemde bulunması sorunlu bir davranış.

0

    Özellikle son on yıldır Kanada konut piyasası yabancı alıcılar için oldukca ilgi odağı olmuştur. Bu durum doğal olarak fiyatlara yansıyarak, konut fiyatlarında ciddi fiyat artışlarını da beraberinde getirmiştir. Tüm dünyayı etkileyen Pandeminin hayatımıza dokunduğu ilk aylarda, sektörde biraz duraksama yaşansa da, Mayıs ayı ile birlikte, son 5 aydır konut piyasasında büyüme artarak devam etmektedir. Kısa ve orta vadede de bu ivmenin devam edeceği yönünde öngörüler oldukça yaygındır.

Diğer taraftan, konut fiyatlarının gereginden fazla prim yaptığı ve bir kriz beklentisinde olan görüşler de mevcut ve bu öngörüyü yapanlara göre, kısa ve orta vadede kriz kaçınılmaz. Fakat bu tezi çürütürcesine, yıllar itibarı ile gerek adetsel bazda konut satışlarında ve gerekse konut fiyatlarında artışlar kesintisiz olarak devam etmektedir.

Tablo-I’de de görüldüğü gibi, son bir yılda Kanada genelinde konut fiyatlarındaki artış oranı yüzde 18.48 seviyesindedir. Bölgesel bazda ise en yüksek artış yüzde 26.75 ile Yukon Bölgesi’ne aittir. Ontario ise, yıllık bazda yüzde 23.77 artış ile, Yukon ve Manitoba’nın ardından 3. sırada bulunmaktadır.

Kanada Emlakcılar Birliği’nin verilerine göre, Ontario’da son bir yılda konut fiyatlarında en yüksek artış, yüzde 30.60 ile Brandford’a yaşanırken, Oakville ise, konut fiyatlarının en yüksek olduğu yerleşim yeri olarak karşımıza çıkmaktadır (Tablo-II).

Yeni inşa edilmiş konutlarla birlikte, mevcut konut stoğunun, artan talebi karşılayamaması ve cazip mortgage seçeneklerinin ilave talep yaratması, fiyat artışının ana nedenlerini oluşturmaktadır. Konutların düşük risk kategorisine giren bir yatırım aracı olarak görülmesi ve yüksek getiri sağlaması da konut talebini tetikleyen diğer etmenlerden bazılarıdır.

Ancak rasyonel olmak gerekirse, özellikle yatırım amaçlı konut almayı planlayanların kararlarını realize etmeden, tüm olasılıkları değerlendirmesi önem arz etmektedir. Konut piyasasındaki arz-talep dengesinin, arz aleyhine olması, fiyatlarda artış olarak karşımıza çıkmakla birlikte, pandemi nedeniyle yeni göçmen sayısında azalma, yine COVID-19 nedeniyle potansiyel konut alıcılarının işlerini kaybetmeleri ve gelir kaybı yaşamaları talepte bir daralmaya neden olabilir. Bunlara ilave olarak, yıllar itibarı ile Kanada hane halkı borçlanma oranının artması – maalesef COVID-19 ilave borç yükü yaratmaktadır – ve yine COVID-19 nedeniyle seyahatlerin kısıtlanması ve yabancı yatırımcıların konut piyasasında fazla aktif olmamaları, ekonomik daralmayla birlikte orta vadede konut fiyatlarının sabit kalmasına ve hatta bir miktar gerilemesine sebebiyet verebilir.

0

Restoran işi zor iş, ağır iş, uzun saatlerin verilmesi gereken bir iş, sabır isteyen bir iş. Bunların yanında fazlasıyla hüner isteyen bir iş.

Yemeklerin ağızlarda tat bırakması, en azından herkesin evde pişirebildiğinden daha iyi olması gerekir.

Konumuz pilav ve salatalar. Başka konu mu yok diyenlere konunun alâsı bu diyorum. Sakın ha restoran sahipleri alınmasınlar, bu yazı aşağılama, yerme, işleri yavaşlatma yazısı değil, aksine dost acı söyler misalı kaliteli hizmetlerine bir nebze katkı sunmak içindir.

Pilav ve salata görünürde kolay, ancak yapımı maharet isteyen yemeklerden.

Ne suyun içine pirinci atmakla pilav ne de sebzeleri karıştırarak salata olur.

Pilav dediğin tane tane olmalı, salata ise görüntüsü ile iştah açmalı. 

Gelelin bazı Türk restoranlarındaki pilav ve salatalara. Döner veya şiş kebapla birlikte aynı tabakta servis yapılan pilav ve salatalara…

Pilav aynen camilerin, derneklerin veya vakıfların toplu yemeklerinde servis edilen pilavlar gibi. Pirinç nasılsa rezil olmuş vaziyette. Ne tat, ne tuz Salataların içindeki sebzeler çoktan rahmetli olmuş, sulandıkça sulanmış, cıvık cıvık olmuş. Ne süs ne sos. Aynı tabaklara konulduğundan suyunda et ve pilav yüzüyor.

İstisnalar hariç genel durum böyle.

Pilav denince İranlılar, Azeriler ve Afganlıların üzerine yok. Basmati pirinçten çeşit çeşit pilavlar; safranlısı, narlısı veya etlisi; yedikçe yiyesi geliyor insanın.

Türk restoranlarında ne basmati pirinç kullanılır, ne de tat versin diye safran.

Herkes dönerin, kebabın kalitesini tartışıyor. Biraz da pilav ve salata tartışılsa iyi olacak. 

0

Kış aylarında ve soğuk havalarda birbirimize, gripten bizi koruyacak doğal antioksidanlar ve bağışıklık sistemimizi güçlü tutacak içecekler tavsiye ederiz; tarçınlı elmalı çaylar, zencefiller, zerdeçallar, limonlu ballar ve daha neler neler. 

Peki, soğuk algınlığımızı bu doğal bitkilerle atlatamazsak ne yaparız? 

Hızlıca doktorda alırız soluğu, değil mi? 

Bedenimizi sağlıklı tutmak için her yolu deneriz; hayatta kalmak, para kazanmak, yaşama katkı sağlamak, geride bir eser bırakmak, ailemiz için bir şeyler yapmak… 

Bunlar gibi, belki de üzerine insan sayısınca yenilerini ekleyebileceğimiz sebeplerimiz vardır sağlıklı kalmak için. 

Peki kalp kırıklarımızın tedavisi için, tavsiyeleriniz var mıdır? 

Duyar gibiyim fısıltıları:

-Ben annemi ararım kalbim kırılınca, her yaşta iyi gelir.

-Sevdiğim canım arkadaşım Ayça ya da Kağan ile konuşmak beni hep rahatlatır.

-Kimseye söylemem kalp kırıklarımı, kendim halledebilirim.

-Babam, hep bir bildiği vardır, ona sorarım. 

-Ben günlüğüme yazarım, iyi sır tutar. Güvenmem başka hiç kimseye.

-Eşime, hayat arkadaşıma anlatırım. Sırt sıvazlamasını, saç okşamasını çok iyi bilir.

-Patronum, aynı zamanda akıl hocam, bazen de en yakın arkadaşım. O anlar beni her zaman.

-Ben içli içli ağlarım bir köşede.

-Çıkar karşısına söylerim kalbimi kim kırdıysa, sonrasında iyileşmesede hafifler acılarım.

Bu cümlelerde geçen formüller ve kapısını çaldığımız kişiler kalp kırıklarımıza iyi gelenler. 

Bir şair: “Dudak yarıklarına merhem olur fakat kalp yarasına ne sürülür ki?”, diye sorar. 

Hakikaten kalbe ne sürülür? 

Var mıdır bildiğiniz bir kalp tamircisi? 

Aslında kırılan şeyler eskisi gibi birleşmez ve başka bir şekil alırlar. Kalbimiz de bu doğa kuralından payını alır. 

Onu kıran kişi ya da olaylara, hatta mekanlara karşı hissedilen asla eskisi gibi olmaz, olamaz da. 

Ama kalp kırıklarının her şeye rağmen tamir edilmesi de gerekli. 

Neden sorusuna cevabınız nasıl olur?

Kulağıma gelenler:

-Kalp hayati organım, onu sağlıklı tutmalıyım.

-Kalbim kırık olunca hiçbir şeye odaklanamıyorum.

-Midem ağrıyor, tansiyonum devamlı düşüyor ya da yükseliyor.

-Hayat siyah beyaz oluyor.

-Çayımdan bile tat alamıyorum

-Canım hiçbir şey yapmak istemiyor.

-Kalbimi kıranları affedemiyorum ve hayatım çok zorlaşıyor.

 Yaşamımızı kalp kırıklarından ve stres unsurlarından uzak tutmak, hatta mümkünse arındırmak için bireysel koruma kalkanlarına ihtiyacımız var. Kışın soğuğundan korunduğunuz gibi, kalp kırıklarından da kendinizi korumayı ihmal etmeyin.

Kış aylarında ve soğuk havalarda birbirimize, gripten bizi koruyacak doğal antioksidanlar ve bağışıklık sistemimizi güçlü tutacak içecekler tavsiye ederiz; tarçınlı elmalı çaylar, zencefiller, zerdeçallar, limonlu ballar ve daha neler neler. 

Peki, soğuk algınlığımızı bu doğal bitkilerle atlatamazsak ne yaparız? 

Hızlıca doktorda alırız soluğu, değil mi? 

Bedenimizi sağlıklı tutmak için her yolu deneriz; hayatta kalmak, para kazanmak, yaşama katkı sağlamak, geride bir eser bırakmak, ailemiz için bir şeyler yapmak… 

Bunlar gibi, belki de üzerine insan sayısınca yenilerini ekleyebileceğimiz sebeplerimiz vardır sağlıklı kalmak için. 

Peki kalp kırıklarımızın tedavisi için, tavsiyeleriniz var mıdır? 

Duyar gibiyim fısıltıları:

-Ben annemi ararım kalbim kırılınca, her yaşta iyi gelir.

-Sevdiğim canım arkadaşım Ayça ya da Kağan ile konuşmak beni hep rahatlatır.

-Kimseye söylemem kalp kırıklarımı, kendim halledebilirim.

-Babam, hep bir bildiği vardır, ona sorarım. 

-Ben günlüğüme yazarım, iyi sır tutar. Güvenmem başka hiç kimseye.

-Eşime, hayat arkadaşıma anlatırım. Sırt sıvazlamasını, saç okşamasını çok iyi bilir.

-Patronum, aynı zamanda akıl hocam, bazen de en yakın arkadaşım. O anlar beni her zaman.

-Ben içli içli ağlarım bir köşede.

-Çıkar karşısına söylerim kalbimi kim kırdıysa, sonrasında iyileşmesede hafifler acılarım.

Bu cümlelerde geçen formüller ve kapısını çaldığımız kişiler kalp kırıklarımıza iyi gelenler. 

Bir şair: “Dudak yarıklarına merhem olur fakat kalp yarasına ne sürülür ki?”, diye sorar. 

Hakikaten kalbe ne sürülür? 

Var mıdır bildiğiniz bir kalp tamircisi? 

Aslında kırılan şeyler eskisi gibi birleşmez ve başka bir şekil alırlar. Kalbimiz de bu doğa kuralından payını alır. 

Onu kıran kişi ya da olaylara, hatta mekanlara karşı hissedilen asla eskisi gibi olmaz, olamaz da. 

Ama kalp kırıklarının her şeye rağmen tamir edilmesi de gerekli. 

Neden sorusuna cevabınız nasıl olur?

Kulağıma gelenler:

-Kalp hayati organım, onu sağlıklı tutmalıyım.

-Kalbim kırık olunca hiçbir şeye odaklanamıyorum.

-Midem ağrıyor, tansiyonum devamlı düşüyor ya da yükseliyor.

-Hayat siyah beyaz oluyor.

-Çayımdan bile tat alamıyorum

-Canım hiçbir şey yapmak istemiyor.

-Kalbimi kıranları affedemiyorum ve hayatım çok zorlaşıyor.

 Yaşamımızı kalp kırıklarından ve stres unsurlarından uzak tutmak, hatta mümkünse arındırmak için bireysel koruma kalkanlarına ihtiyacımız var. Kışın soğuğundan korunduğunuz gibi, kalp kırıklarından da kendinizi korumayı ihmal etmeyin.

Yılda bir gelen fırsat

0

Kanada’da yayımlanan en uzun soluklu Türk iş yeri/firma rehberi Referans’ın 15. sayısı için geri sayım başladı.

‘Ürün ve hizmetinize Referans oluyoruz’ sloganıyla 2006 yılında basılmaya başlanan Referans (Türk İş Rehberi  – Canadian Turkish Business Directory), aralıksız olarak sürdürdüğü yayın hayatında 15. yılına girdi. Bugüne kadar yüzlerce iş yeri/firmanın tanıtımını yapan Referans’ın, 2021 yılı sayısı yakın bir zamanda piyasaya çıkacak. 

Referans 2021, önceki sayılarda olduğu gibi tamamı renkli basılacak ve ağırlıklı olarak GTA bölgesinde ücretsiz olarak dağıtımı yapılacak. Referans’ta ücretli sayfa ilanların yanı sıra, listeleme bölümü de bulunuyor. Bu bölümde iş yeri/firma isim, adres ve telefon numaraları ücretsiz olarak yayımlanıyor. Bu imkandan yararlanmak isteyenler firma bilgilerini info@referans.ca adresine gönderebilirler. 

Ayrıca, kapak ve kapak içleri gibi sınırlı sayıdaki özel sayfalara reklam verebilmek için acele etmekte yarar var. 

Referans 2021’de yer almak isteyenler 30 Ocak 2021 tarihine kadar başvuru yapabilirler. 

Toronto
mist
16.1 ° C
18 °
13.9 °
82 %
1.5kmh
0 %
Mon
25 °
Tue
26 °
Wed
26 °
Thu
23 °
Fri
20 °