Restoran işi zor iş, ağır iş, uzun saatlerin verilmesi gereken bir iş, sabır isteyen bir iş. Bunların yanında fazlasıyla hüner isteyen bir iş.
Yemeklerin ağızlarda tat bırakması, en azından herkesin evde pişirebildiğinden daha iyi olması gerekir.
Konumuz pilav ve salatalar. Başka konu mu yok diyenlere konunun alâsı bu diyorum. Sakın ha restoran sahipleri alınmasınlar, bu yazı aşağılama, yerme, işleri yavaşlatma yazısı değil, aksine dost acı söyler misalı kaliteli hizmetlerine bir nebze katkı sunmak içindir.
Pilav ve salata görünürde kolay, ancak yapımı maharet isteyen yemeklerden.
Ne suyun içine pirinci atmakla pilav ne de sebzeleri karıştırarak salata olur.
Pilav dediğin tane tane olmalı, salata ise görüntüsü ile iştah açmalı.
Gelelin bazı Türk restoranlarındaki pilav ve salatalara. Döner veya şiş kebapla birlikte aynı tabakta servis yapılan pilav ve salatalara…
Pilav aynen camilerin, derneklerin veya vakıfların toplu yemeklerinde servis edilen pilavlar gibi. Pirinç nasılsa rezil olmuş vaziyette. Ne tat, ne tuz Salataların içindeki sebzeler çoktan rahmetli olmuş, sulandıkça sulanmış, cıvık cıvık olmuş. Ne süs ne sos. Aynı tabaklara konulduğundan suyunda et ve pilav yüzüyor.
İstisnalar hariç genel durum böyle.
Pilav denince İranlılar, Azeriler ve Afganlıların üzerine yok. Basmati pirinçten çeşit çeşit pilavlar; safranlısı, narlısı veya etlisi; yedikçe yiyesi geliyor insanın.
Türk restoranlarında ne basmati pirinç kullanılır, ne de tat versin diye safran.
Herkes dönerin, kebabın kalitesini tartışıyor. Biraz da pilav ve salata tartışılsa iyi olacak.