7.5 C
Toronto
Saturday, April 27, 2024
Ana Sayfa MANSET Asma yaprağı deyip geçmeyin!

Asma yaprağı deyip geçmeyin!

PINAR ŞENKAYA

Zaman zaman oturduğumuz mahallede yaşlı İtalyan amca ve teyzelerin yol kenarlarında çimenler arasından değişik otlar topladıklarına şahit oluyorum. Bir gün ne tür otlardan topladıklarını sorayım dedim, sorduğum yaşlı kadın İngilizce bilmediğinden bu havesim kursağımda kaldı.

Sepetlerde tanıdık bir tek çiçek vardı, o da istenmeyen ot ilan edilen, sarış çiçekleri olan ve her yerde bolca bulunan dandelion. Türkiye’de karahindiba ya da çiçekleri döküldükten sonra ortaya çıkan tüyler nedeniyle şeytan tüyü adı verilen çiçek türü. Hiç denemedim ama salatalarda kullanılıyormuş. 

İtalyan amca ve teyzeler gibi Anadolu kadınları da zaman zaman çeşit çeşit otlardan bolca toplarlar. 

Memleket kadınlarının en fazla rağbet ettiği ise asma yaprağı. 

Yılın bu zamanlarında parklarda ve ormanlık alanlarda asma yaprağı toplamak toplum üyeleri arasında oldukça yaygın. Hemen hemen her parkta, ormanda ya da çalılık alanda kendiliğinden büyüyen yabani diyebileceğimiz üzüm ağaçları var. Özellikle haziran ve kısmen temmuz aylarında taze oluyorlar. 

Bu yapraklar ya yaprak sarması yapılarak tüketiliyor ya da kış aylarında kullanmak için salamura yapılıyor. Bir de son zamanlarda sayısı hızla artan, sosyal medya üzerinden evden yemek yapıp satanlar var. Onlar da ya salamura olarak ya da sarma yapıp satarak bu yaprakları değerlendiriyorlar. 

Bir tek yurdum insanları değil elbette, Yunanlısından Arabına kadar mutfağında sarma bulunan diğer milletlere ait insanları da yaprak toplardan görebilirsiniz. 

Eski mahallemizde komşumuzun bahçesinde bir üzüm ağacı vardı. Bu ağacın neredeyse dallarının yarısı çitin üzerinden sarkmış, kaldırıma doğru büyüyordu. Yoldan geçen kadınlar – ki içlerinde sadece bizim toplum üyeleri yok- bu asmanın yola bakan yapraklarını toplarlardı. 

Belli bir süre sonra asmanın bu kısmında hiç yaprak kalmamıştı. Komşum ise kadınların asma ağacını neden yolduklarına bir türlü anlam veremezdi. Bir gün kendisine bir tabak yaprak sarması ikram ederek merakını gidermiştik. 

Tavuk, balık, kelle; bunlar yenir elle

Davetini kırmayarak bir Bangladeşli arkadaşımın evine akşam yemeğine gitmiştim. Yemeği, çatal-kaşık ve bıçak kullanmadan elle yemeleri dikkatimi çekmişti. Pilav, et yemeği ya da salata fark etmez her şeyi elle yiyorlar. Daha önce Hintli ve Kuzey Afrikalı insanların da elle yemek yediklerini duymuştum ama ilk kez nasıl yendiğine böylece şahit oldum. Sofraya oturmadan önce eller yıkanıyor.  Sağ elin başparmağı ile işaret parmağı ve orta parmak kullanılarak tabaktaki yemek kavranıyor ve ağza götürülüyor. 

Bazılarımıza garip gelebilir ama dünya nüfusunun yarısından fazlası yemeğini herhangi bir alet kullanmadan yiyor. Çin, Japonya ve Kore gibi ülkelerde de çubukla yemek yendiğini göz önünde bulundurursak çatal-kaşık ve bıçak kullananların sayısı epeyce azalıyor. 

Batılılar elle yemek yiyen milletlere geri kalmış gözüyle baka dursun, onları da elle yemek yiyen milletler arasında saymak pekâlâ mümkün. Fast food restoranlarına bir bakın, çoğunda isteseniz de çatal-kaşık veya bıçak bulamazsınız bile. Sandöviç, hamburger, pizza, patates kızartması, soğan halkası, tavuk kanadı, tavuk, dürüm vs. hep elle yeniyor. 

Biz millet olarak yemeğin çeşidine ve ortamına göre hem alet kullanarak hem de elle yiyoruz. Ama elle yemeği galiba daha çok seviyoruz. 

“Tavuk, balık, kelle; bunlar yenir elle” diye de bir sözümüz var. “Bandırmak” diye bir kelimemiz de var ki; bu şekil yenilen yemek hepsinden daha lezzetli oluyor. 

Sade, sucuklu ya da pastırmalı yumurta, menemen ve mıhlama gibi yemeklere çatal batırmak yemeğe hakaret sayılır zaten. 

Elle yemek yedikten sonra parmakları yalamanın zevki olmasaydı “O kadar lezzetli ki parmaklarını yersin” sözü bir anlam ifade etmezdi. 

Masa yerine yerde yemek de ayrı bir zevk olsa gerek. Bağdaş kurarak oturduğumuz sini denilen sofrada olsun, üniversite yıllarında gazete kâğıtları üzerine hazırladığımız sofralarda olsun yediğimiz yemeklerin tadı hâlâ damağımda, unutmuş değilim.   

Bizi medenileştirmek için olsa gerek, üniversitede sofra düzenini anlatan bir ders vardı. “Yemek çatalı tabağın solunda; yemek bıçağı tabağın sağında; yemek kaşığı tabağın sağında, bıçağın dışında; balık çatalı tabağın solunda, çatalın dışında; balık bıçağı tabağın sağında, yemek bıçağı dışında; meze çatalı tabağın solunda, diğer çatalların dışında; meze kaşığı tabağın ön kısmında, çerez ve pasta çatalı sapı sola doğru bakacak şekilde tabağın ön kısmında; çerez ve pasta bıçağı keskin tarafı tabağa, sapı sağa doğru bakacak biçimde tabağın ön kısmına gelecek…”

Bu düzende çatal solda olduğu için yemek sol elle yenmek zorunda. Bazıları için sol elle yemek hoş karşılanmadığı için bu düzene karşı çıkılıyor. Neyse gelelim elle yemenin inanılan faydalarına:

– Yiyeceği elle hissedince mideye hazırlıklı olması için sinyal gönderiliyor. – Yiyeceğin şekli, sıcaklığı gibi etkenlere göre mide kendisini hazırlıyor, önceden enzim ve mide suyu salgılıyor. Bir anlamda parmaklar sindirim sisteminin bir parçası hâline geliyor. 

– Aletlerle yemek insanı hızlandırıyor ve fazla yemesine sebep oluyor. Elle yenince yenen yiyecek miktarı daha iyi ayarlanıyor. 

– Tatma ve koklama ile birlikte dokunma da işin içine giriyor ve yiyecekten daha fazla zevk alınıyor.

Since B.C. 209!

Sosyal medyada bazı takip ettiğim hesapların Türkiye Kara Kuvvetleri’nin kuruluşunun 2229. yılını kutlama mesajlarını görünce biraz afalladım doğrusu. 

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun üzerinden 100 yıl bile geçmemiş ancak iki bin yıl öncesinden kurulduğu düşünülen bir ordunun yıldönümü kutlaması yapılıyor. 

Hani Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı’nın mirası üzerine kuruldu dersiniz ve ilk düzenli orduya geçildiği tarihi baz alırsınız da Orta Asya steplerine gitmek niye anlamak zor. 

Kara Kuvvetlerinin kuruluş tarihi olarak, Büyük Hun İmparatoru Mete Han’ın (Modu Chanyu) tahta çıkış tarihi olan M.Ö. 209 yılı esas alınmış.

Osmanlı’da Yeniçeri Ocağı 1363 yılında I. Murat tarafından kuruldu ve bu tarih 1970’lere kadar Kara Kuvvetleri’nin kuruluş tarihi olarak kabul ediliyordu. 

Ne kadar eski o kadar iyi demek ki!

İkiz şehirler

Birbirlerine yakın yerlerde kurulan ve zamanla büyüyerek iç içe geçen şehirlere ikiz şehirler (twin cities) adı veriliyor. 

ABD’de Dallas-Fort Worth, Minneapolis-St. Paul, Avustralya’da Albury-Wodogna, Avrupa’da Londra-Westminster, Buda- Pest ve Asya’da Bangkok-Nonthaburi ikiz şehir deyince ilk akla gelenler. 

Kanada’da ise Halifax-Dartmouth, Ottawa-Gatineau, ve Kitchener-Waterloo ikiz şehirlerden. 

- Advertisment -

Most Popular

IDEAL FINE FOODS

7694 Islington Ave #3, Woodbridge, ON L4L 905 850-7296

Virüslü yaşam ve çipli aşı!

COVID-19 virüsü hayatının baharını yaşıyor gibi.   400 vaka olunca lock down olan yani kapanan Ontario’da hastalığa yakalanan sayısı...

Rektörlük görevini devredecek

Waterloo Üniversitesi Rektörü Feridun Hamdullahpur'un 2011 yılından beri yürüttüğü görevinden 1 Temmuz'da ayrılacağı duyuruldu.  CANADATÜRK Waterloo...

Altı yılda üçüncü ataşe

Cihat Yalçınkaya yeni Toronto Din Hizmetleri Ataşesi olarak göreve başladı. Önceki ataşe Yakup Sekmen dört yıllık görev süresinin yarısını henüz doldurmuşken bu...

Recent Comments